February 6th Earthquake – Confrontation with Disaster

6 Şubat 2023. Sabaha karşı saat 04:18. Eşimin sesiyle yataktan fırladım.

Kalkmamla düşmem bir oldu. Neler olduğunu anlamam için bir-iki saniye geçmesi gerekmişti.

Diğer odadaki kızımızın yanına gitmeye çalışıyordum ancak imkansızdı. Eşimle birlikte kızımıza sesleniyorduk.

Kızımızın sesi geldi. Yatağının yanına uzanmış, bize de güvenli biçimde uzanmamız gerektiğini bağırıyordu.

Deprem yüksek katlarda daha çok hissedilirmiş derlerdi.

Biz 17. kattaydık ve bunun ne kadar doğru olduğunu korkunç biçimde tecrübe ederek öğrendik.

Önce kuzey-güney doğrultusunda sallıyordu. Alttan gelen darbe hisleri de cabası.

Sanki yerin dibinden binlerce balyozla yukarı doğru vuruyorlardı. Sallantıdan çok ses korkutuyordu.

Sonra kısacık durulur gibi oldu.  Bu sefer doğu-batı yönünde savrulmaya başladık. Aşağı inme şansımız yoktu.

Durmuyordu. Uzadıkça uzadı. Belki de ömrümüzün en uzun dakikalarıydı.

Ben artık yıkılacağımıza kanaat getirmiş, süratle yıkımdan sonra neler yapabileceğimi düşünüyordum.

Düşünüyordum dediğime bakmayın, aslında hiçbir şey düşünemiyordum. Sallantı hafifler gibi oldu.

Hemen ayaklanıp montlarımızı, cüzdanımızı, arabanın anahtarlarını ve kedilerimizi alarak aşağı inmek için harekete geçtik.

Tam o sırada tekrar darbeler vurmaya başladı. Tekrar başlamıştı. Sinir bozucuydu. Çaresizce yataklarımızın yanına yatarak tekrar beklemeye başladık.

İlk darbenin üzerinden yaklaşık 10 dakika sonra 17 katı merdivenlerden inmiş, aşağıda kalabalığın şaşkın bakışları arasında binadan çıkmıştık.

Kedilerimiz ürkmüşler ve saklanmışlardı. Onları bulmamız yaklaşık 5 dakikamızı almıştı. Binadan en son çıkan bizdik.

Henüz yüzyılın en büyük felaketlerinden birine tanıklık ettiğimizin farkında değildik. Gök delinmişti, bardak boşanırcasına yağmur yağıyordu.

Herkes gibi telefonlarımıza sarıldık. Biz Adana’daydık ve felaketin kendi başımıza geldiğini sanıyorduk.

Annemle kardeşlerime ulaştığımda Hatay’daki bir kuzenimizin enkaz altında olduğunu söylediler. Hatay’ı duyunca şaşırmıştım.

Derken Gaziantep’ten ikinci haber geldi. Diğer akrabalarımızın evleri kötü durumdaydı. Felaketin büyüklüğünü anlamaya başlamıştım

 Gölbaşı’na ulaşamıyordum. Orada yıkım olmamasını umuyordum ancak umuttan öte bir şey değildi bu. Nihayet kuzenlerimden birine ulaşabildim.

Tüm evlerimizin yıkıldığını, üç canımızın da enkaz altında olduğunu söylüyordu. Diğerleri evler yıkılmadan kendilerini dışarı atmayı başarabilmişlerdi.

“Burada aşırı yağmur var” dedim. Orasını sordum. Dondurucu bir soğuk ve yoğun bir kar yağışı vardı.

Elektrikler kesilmiş, karanlık, kar, soğuk, enkaz, toz ve artçı sarsıntılar…

Adana’dan Malatya’ya, Kahramanmaraş’tan Hatay’a kadar koskoca bir alan iki dakika içinde apokaliptik bir film setine dönmüştü.

Adana’daki ailemi güvenli bir yere yerleştirdikten sonra memleketime, Gölbaşı’na doğru yola koyuldum.

Kuzenimi ve iki çocuğunu kaybetmiştik. Hayatta kalanlar da kayıplarımızı defnettikten sonra şehri terketmişlerdi.

Adana-Gaziantep otobanında zeminde bozukluklar Bahçe civarında başlamıştı. Gavur Dağı mevkiindeki viyadüklerde yol birçok yerde yarılmıştı.

Tamir çalışmaları devam ediyordu. Deprem yolun birçok yerinde kasisler oluşturmuştu. Hızı düşürmek gerekiyordu.

7,8 şiddetindeki ilk depremin merkez üssü olduğu söylenen Pazarcık’tan geçerken ana yol üzerinde biraz umutlanmıştım.

Birçok bina ayaktaydı. Pazarcık bu durumdaysa Gölbaşı daha iyidir diyordum kendime. Ancak durum hiç de öyle değildi.

Yardım tırları ve ambulanslarlın yanında bölgeye ulaşmaya çalışan sivil araçların neden olduğu kalabalığa,

bölgeden kaçmaya çalışan kalabalık da eklenince trafik bir kaosa dömüştü. Gölbaşı’nın girişinde uzun bir kuyruk vardı.

Asfalt yol boyunca derin yarıklar göze çarpıyordu. Yol boyunca sağda solda onlarca yıkıntı göze çarpıyordu.

Ucuz Holywood filmlerindeki yaratıklardan birisi geçmişti sanki Gölbaşı’nın altından.

Zemin birçok yerde engebeli araziye dönmüştü. Adıyaman’ın tek tren istasyonu olan Gölbaşı’nda şehir boyunca raylar tel gibi eğilmişti.

Ana yoldan ayrılınca kalabalıktan eser kalmamıştı. Yaklaşık 50 bin nüfuslu şehir nerdeyse tamamiyle terkedilmişti.

Hayalet bir şehir duruyordu karşımda. Her yer kapalıydı. Mahalle aralarında tek tük insanlar göze çarpıyordu.

Kimileri amaçsızca yürüyor, kimileriyse binalarının enkazından bir şeyler kurtarmaya çalışıyordu.

Gölbaşı’nda üç tür yıkım gözüme çarptı. Birincisi tümüyle yıkılan binalardı. Moloz yığınına dönmüşlerdi.

İkinci gruptakilerse yan yatmış, bir tarafa devrilmişlerdi. Bunlar lego parçalarından yapılmış oyuncak evleri andırıyorlardı.

Sanki yaramaz bir çocuk bir el darbesiyle devirmişti bu binaları. Son olarak zemine gömülen binaları gözlemledim.

Kimileri yaklaşık elli santim, kimileriyse 2-3 metreye kadar oldukları gibi toprağa gömülmüşlerdi.

Ayakta kalanlarında çoğu hasarlıydı. Özellikle zemin hiç güven vermiyordu.

İstasyon binası ayaktaydı ancak uzun bir yük katarının onlarca vagonu yan yatmış, içindeki kömür raylara dökülmüştü.

Şehirde Antalya’dan sivil inisiyatifle yola çıkmış bir mutfak ekibiyle tanıştım.

Akra Otel’in şefi Baykaner Gönen ve altı arkadaşı, iki tır dolusu erzakla bölgeye ulaşmış, günde yaklaşık 4 bin kişiye yemek servis eden bir mutfak kurmuşlardı.

Şehirde hiçbir bakkal, market, lokanta vs. açık olmadığından biz de karnımızı bu seyyar mutfakta doyurduk.

Doğduğum şehirden ayrılırken tuhaf duygular içindeydim. Oraya ait olan tüm geçmişimiz iki dakikada silinmiş, geriye sadece mezarlarımız kalmıştı.

February 6, 2023. It is 04:18 in the morning. I jumped out of bed at the sound of my wife’s voice.

I fell down at the same time as I stood up. It took me a second or two to realize what was happening.

I tried to go to our daughter in the other room, but it was impossible. My wife and I were calling our daughter.

Our daughter’s voice came. She was lying next to her bed and yelling at us that we needed to lie down safely.

They say that earthquakes are felt more on higher floors.

We were on the 17th floor and we learned through terrible experience how true this was.

At first, it was shaking in a north-south direction. Not to mention the impact sensations coming from below.

It was as if they were hitting upwards with thousands of sledgehammers from the bottom of the ground. The sound was more frightening than the shaking.

Then it seemed to calm down for a short while. This time we started to drift in an east-west direction. We had no chance to go down.

It wasn’t stopping. It got longer and longer. Maybe it was the longest minutes of our lives.

I was convinced that we would be destroyed, and I was quickly thinking about what I could do after the destruction.

Don’t mind what I said I was thinking, in fact, I couldn’t think of anything. The shaking seemed to ease.

We immediately stood up, took our coats, wallets, car keys, and cats, and prepared to go downstairs.

Just then it started to strike again. It was frustrating. Desperately, we lay down next to our beds and started waiting again.

About 10 minutes after the first blow, we descended the 17 floors of stairs and exited the building amid the astonished looks of the crowd below.

Our cats were scared and hid. It took us about 5 minutes to find them. We were the last ones to leave the building.

We were not yet aware that we were witnessing one of the century’s greatest disasters. The sky was pierced, and it was raining heavily.

We hugged our phones like everyone else. We were in Adana and we thought the disaster had happened to us.

When I reached my mother and siblings, they told me that one of our cousins in Hatay was under the rubble. I was surprised when I heard about Hatay.

Then the second news came from Gaziantep. Our other relatives’ houses were in bad condition. I was beginning to understand the magnitude of the disaster.

I couldn’t reach Gölbaşı. I was hoping there would be no destruction there, but it was nothing more than hope. I was finally able to contact one of my cousins.

He was saying that all our houses were destroyed and three of our lives were under the rubble. Others managed to get themselves out before the houses collapsed.

“There is too much rain here,” I said. I asked about that. It was freezing cold and heavy snowfall.

Power outage, darkness, snow, cold, debris, dust, and aftershocks…

An entire area from Adana to Malatya, from Kahramanmaraş to Hatay, turned into an apocalyptic movie set in two minutes.

After placing my family in a safe place in Adana, I set out towards my hometown, Gölbaşı.

We lost my cousin and her two children. The survivors left the city after burying our lost people.

The ground disturbances on the Adana-Gaziantep highway started around Bahçe. The road was split in many places on the viaducts in the Gavur Mountain area.

Repair work was continuing. The earthquake created bumps in many parts of the road. It was necessary to reduce the speed.

I was a little hopeful on the main road while passing through Pazarcık, which is said to be the epicenter of the first earthquake with a magnitude of 7.8.

Many buildings were standing. I was telling myself that if Pazarcık was in this situation, Gölbaşı would have been better. However, that was not the case at all.

The crowd caused by civilian vehicles trying to reach the region, as well as aid trucks and ambulances,

With the addition of the crowd trying to escape from the area, traffic turned into chaos. There was a long queue at the entrance of Gölbaşı.

Deep cracks were visible along the asphalt road. Dozens of ruins stood out left and right along the road.

It was as if one of the creatures from cheap Hollywood movies had passed under Gölbaşı.

The ground had turned into rough terrain in many places. In Gölbaşı, Adıyaman’s only train station, the rails were bent like wire throughout the city.

When we left the main road, there was no trace of the crowd. The city, with a population of approximately 50 thousand, was almost completely abandoned.

A ghost city stood before me. Everywhere was closed. A few people stood out among the neighborhoods.

Some were walking aimlessly, while others were trying to save something from the rubble of their buildings.

Three types of destruction caught my eye in Gölbaşı. The first was the completely destroyed buildings. They turned into a pile of rubble.

Those in the second group were lying on their sides and toppling to one side. These resembled dollhouses made of Lego pieces.

It was as if a naughty child had knocked down these buildings with one blow. Finally, I observed the buildings sinking into the ground.

Some of them were buried in the ground about fifty centimeters deep, some up to 2-3 meters deep.

Most of those that remained standing were damaged. Especially the ground was not trustworthy at all.

The station building was standing, but dozens of wagons of a long freight train were lying on their sides, and the coal inside was spilled onto the rails.

In the city, I met a kitchen team from Antalya that started with a civil initiative.

Baykaner Gönen, the chef of Akra Hotel, and his six friends reached the region with two truckloads of food and set up a kitchen that served food for approximately 4 thousand people a day.

There are no grocery stores, markets, restaurants, etc. in the city. Since it was not open, we fed ourselves in this mobile kitchen.

I had strange feelings when I left the city where I was born.

All our history belonging to that place was erased in two minutes, leaving only our graves.

Mehmet İlbaysözü
23.02.2023
Adana

2023 © Mehmet İlbaysözü

All rights reserved. Photographs and text may not be copied, reproduced or distributed without the written permission of the owner.

Her hakkı saklıdır. Fotoğraflar ve yazılar, eser sahibinin yazılı izni olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz veya dağıtılamaz.